Celal Dora

Albay Celal Dora anlatıyor:
“Düşmanın ansızın ateşine maruz kalmış bir anda kendimizi yere atmıştık.Çin alayının yancıları buraları çoktan tutmuş,tahkimat yaparak yerleşmiş ve mükemmelen gizlenmişlerdi.O kadar mahirine gizlenmiş ve gerek siperlerinde ve gerekse ağaç dalları arasında o kadar ustalıkla saklanmışlardı ki, ardı arkası kesilmeyen sürekli ateşlerine rağmen bir kişi görmemiz mümkün olmamıştı.Bizi 50 metre mesafeden takip eden takımda aynı zamanda ateşe maruz kalmış ve bu durumda bizden çok evvel bu tepelere yerleşmiş olan düşman yancılarının ağına düşmüştük.Ateş ara vermeden olanca hız ile devam ediyor ve hiçbir hedef göremediğimizden bir tek mermi dahi atmak fırsatını bulamıyorduk.Bu şiddetli ateş karşısında bulunduğumuz yerden daha fazla beklemenin sonu vurulmak,esir olmak veya ölmekti. Geriye doğru sürünerek takımın bulunduğu yere gitmek ve takımı harekete geçirmek için solumdaki ere işaretle geri çekilmesini emrettim.Bunu gören sağımdaki yaralı er, “beni burada bırakmayın albayım,ağır yaralıyım “diye yalvarıyordu.Bu şiddetli ateş altında onun yanına giderek yarasını sarmak veya geriye doğru sürüklemek imkânı yoktu.Bu yaralı arkadaşıma, hiç kımıldamadan ölmüş gibi hareketsiz kalmasını ve geriden takımı alarak kendisini kurtaracağımı söyleyerek solumdaki erle birlikte geriye doğru sürünmeye başladık.En ilerideki arkadaşımız ilk ateşte şehit olmuş ve olduğu yerde cansız ve hareketsiz kalmıştı.Sürünerek çekildiğimizi gören Çinlilerden birkaçının ağaçlar arasından bizi yakalamak için hayvan gibi uluyarak ve koşarak yaklaştıklarını gördük.Adeta nara atar gibi bağırarak üzerimize saldıran Çin askerlerini ilk defa burada görmüştüm.Ben otomatik kara bin tüfeğimle ve beni takip eden erde kendi tüfeğiyle ateş ederek bunlardan birkaçını yere serip bizi takip edemez hale koyduktan sonra sürünerek çekilmeye ve ateşe devam ettik.
Takımın bulunduğu yer düşman ateşi ve gözü altında savunmaya gayri müsait çukurca bir yerdi.Takım bu çukur yerde bir taraftan ileriden ve yanlardan gelen ateşlere karşı kendini korumaya çalışmakta bir taraftan da düşmandan görebildiklerine ateş etmekteydi. Biz takımın yanına yanaştığımız zaman orman içindeki Çinlilerin yaygaraları ve çakal gibi uluyarak birbirine işaret vermeleri fazlalaşmış ve ağaçlar arasından koşarak takıma doğru yaklaştıklarını görmüştük.Düşmanın burada karşımızda gördüğümüz kuvveti en aşağı bir makineli tüfek takımı ile takviyeli bir bölük kadardı.Takıma saldıran bu üstün düşman karşısında yerimizi terk ederek geriye çekilmemiz halinde kendileri ile çok yakın temas halinde bulunduğumuz düşman bizi bir daha bir yerde tutunmamıza fırsat vermeyecek şekilde takip ve daha cesaretle saldırmasına devam edecek ve cepheyi muannidane bir şekilde savunarak düşman hücumlarına göğüs geren üçüncü taburun yan ve gerisine düşerek bu taburunda savunmasını felce uğratacaktı.Bulunduğumuz çukur yerde pasif olarak beklemeleri de takımın imhasından başka bir netice vermeyecekti.Hiç olmazsa bizim ilk defa ateşe maruz kaldığımız 50 metre kadar ilerideki nispeten daha müsait araziyi ele geçirdiğimiz takdirde burada savunma imkanı bulunacak veya müsait bir zemin ve zamandan faydalanarak düşman üzerine atılmak da mümkün olacaktı.Bu mukayeseyle takım komutanına takımın 50 metre kadar ilerideki arazi kısmına yerleştirilmesini emretmiştim.Takım evvela ateşleriyle düşmanın saldırısını durdurmuş ve arkasından bende kendileriyle beraber olduğum halde yaptığımız ilk hücum muvaffak olarak yaralı vaziyette bıraktığımız erin bulunduğu arazi kısmını işgal ve burada savunma için tertiplenmiştik.
Vakit geçtikçe yeni yeni takviye birliği alan düşman taarruzunu sık sık tazelemekte ve takımda şiddetli ateşlerle taarruzlarını kırmaya çalışmaktaydı.
Bu sıralarda Wovan boğazı girişini savunmakta olan üçüncü tabur cephesinde muharebenin çok kızışmış olduğu her türlü silahların olanca hızı ile çalışmasından ve çeşitli mermi infilaklarından anlaşılıyordu.Bu esnada tepemizde çok alçak vaziyette uçan Amerikan uçak filoları neredeyse bize de ateş edecekleri endişesi içindeydik.Dost olmalarına rağmen ikinci bir düşman gibi biz onlardan da korunmaya çalışıyorduk.Takımın yanında uçaklarla anlaşacak panoların bulunmayışı,arazinin çok sık ormanlık oluşu yüzünden kendimizi uçaklara tanıtıp yardım talebinde bulunamamıştık.Ormanın azıcık seyrek yerlerinde bulunan erlerimiz çelik başlıklarını sallayarak kendilerinin dost olduklarını uçaklara tanıtmak istiyor ve fakat muvaffak olamıyorlardı.Bununla beraber bulunduğumuz yerden düşman alayının tepeler hattının arkasından geçtiği yol kısmı görülemediği için bu alayın durumunun ne olduğu bilinemiyordu.Tepemizdeki uçakların bu yol üzerindeki düşman alayına ateş etmemeleri onların dost ve düşman olduklarını anlayamadıklarından ileri geliyordu.
Bir aralık ormanın seyrek bir yerinden ileriye ve yanlara karşı dürbünle yaptığım gözetlemede düşmanın 550 rakımlı tepelerin batısındaki sıralı tepeleri de işgal etmekte olduklarını görmüştüm.Kuşatma yapan düşmanın en ileri kısımları tugay muharebe idare yerinin hizasında birliğimizi kuşatmak için tam müsait bir yere geldikleri anda yanlarından kuvvetini tahmin edemedikleri bizim takımın kendi yancıları ile çatışması onları kuşatmayı tamamlamaktan alıkoymuş ve sola çark edip açılıp yayılarak soldaki sıralı tepeleri işgale mecbur etmişti.Takımın yanında 536 markalı telsizden başka muharebe vasıtası olmadığından durumumuz hakkında ne üçüncü tabura ne de tugay komutanına rapor vermek fırsatı bulamamıştım.
Burada geçen iki saatlik zaman bir ömür kadar uzun sürmüş ve bu geçen müddet içinde gelmesini beklediğim taburdan da bir alâmet görülmemişti. Sık sık geriye doğru ıslık çalarak işaret veriyor fakat hiç cevap alamıyordum.Bir aralık geriden üçüncü tabur komutanı Binbaşı Lütfü Bilgin durumumuzdan endişeye düşmüş olmalı ki kendi taburunun hareket subayı Yzb. Zeynel Kartal’ı dokuzuncu bölüğün silah takımından iki bazuka ve bir A.4 makineli tüfeği ile birlikte bizi takviye maksadıyla emrime göndermişti.Bu küçücük kuvvetin yanımıza gelişleri bize çok büyük manevî bir kuvvet vermiş ve Yzb. Zeynel Kartal’ın “Albayım hücum edelim”diye heyecanlı teklifi benim taarruz ruhumu kamçılamış ve takımın taarruza kaldırılması kararını vermeme başlıca amil olmuştu.
Bulunduğumuz yerden 150 metre kadar ilerideki 550 rakımlı tepeyi ele geçirdiğimiz takdirde düşmanın büyük kısmının geçtiği yol görülecek ve bu tepeyi tutmakla oldukça ferahlayacaktık.Bu maksatla takımı taarruz için tertiplerken 550 rakımlı tepenin batıya doğru uzanan sırtlarından ve tahminen bulunduğumuz yerden iki km uzaktan şiddetli makineli tüfek sesleri gelmeye başlamıştı.Dürbünümle o istikameti gözlediğimde sıralı tepeleri tutan düşmana bizden bir bölüğün yayılmış olarak taarruz etmekte olduğunu görmüştüm.Bu bölük emrime girmek üzere gelen 2.taburun 5.bölüğü idi.2.tabur bulunduğumuz tepelere doğru yaklaşırken soldaki tepelerden ateşe maruz kalmış ve yanını emniyette bulundurmak için 5.bölüğünü bu tepelere taarruza memur etmişti.Biraz sonra taburu aramak maksadıyla geriye doğru tekrar çaldığım ıslık sesi üzerine geriden düdükle mukabele edilince yerimden fırlayarak taburun geldiği istikamete doğru koşarken taburun ilerisinde bölüğü ile birlikte ilerleyen 6.KI.K.Yzb.Beşir Günay’ın “albayım,albayım” diye bağırdığını duymuştum. Yzb. Beşir’ i bu alaya tayininden evvel Çankırı’daki piyade okulundan tanıdığım için onun olduğunu sesinden anlamıştım. Geriden gelen bu ses takım eratının ve hepimizin maneviyatını yükseltmişti. Yzb. Beşir yanıma yaklaştığında düşman durumu hakkında açık bilgi vererek bölüğü ile taarruz edeceği hedefi göstermiş ve hemen solumuzda tertiplenmesini emretmiştim. Beşir Günay bölüğünü tertiplerken gerisindeki ormanlıklar içinde ateşe maruz kalmıştı. Bu ateşin geriden gelen kendi taburunun 7. bölüğü tarafından yanlışlıkla yapıldığını zannederek bu bölüğe ateş kestirilmesi istenmişti. Yapılan incelemede 6. bölüğün gerisinden ateş edenlerin orman içinde gizlenmiş düşman olduğu anlaşılmış ve 7. bölük de bu düşmanı temizlemeye memur edilmişti.
Bölüğün gerisinin düşmandan temizlenmesi işi 6. bölüğün taarruz için acele tertiplenmesine engel olmuş ve o sırada karargah ile birlikte yanıma gelmiş olan 2. tabur komutanı Bnb. Muktat Uluünlü’ye düşman durumu hakkında gereken bilgiyi verdikten sonra taburun taarruz edeceği hedefi göstererek süratle taarruza geçmesini ve 550 rakımlı tepeyi ele geçirmesini emretmiştim. Bnb. Muktat’ın 6. bölük komutanının yanına giderek taarruzu tertiplemeye çalışması o an için bana çok uzun bir zaman gibi gelmişti.Haddi zatında 20 dakikalık bir vakit dahi geçmemişti. Ancak vakit geçtikçe düşman kuvvetlenmede ve tepelerden sökülüp atılması zorlaşmaktaydı. Soldaki sırtlara taarruz etmekte olan 5. bölüğün de taarruzu düşmanın şiddetli hücumu karşısında duraklamıştı.Tepelerde görülen düşman kaynaşmalarından taarruz için hazırlandıkları anlaşılmaktaydı.
Türk tugayının toptan imhasını hedef tutarak düşmanın tamamlamak üzere olduğu bu ölüm çemberini parçalamak ve tugayı bu en tehlikeli durumdan kurtarmak için vakit geçirmeden süratle düşman üzerine atılarak derinliklerine saldırmak ve onun tertiplerini bozmak lazımdı. Bundan başka kurtuluş çaresi yoktu. Bu mülâhazayla sabrımın tükenmiş olmasından kendimi zapt edememiş ve Mehmetçiğin mevcut cesaretine cesaret katmak için bulunduğum yerden bir ok gibi fırlayarak 6. bölüğün tertiplediği yere varmış ve ALLAH ALLAH sedaları göklere yükselten bir kükreyişle hep beraber hücuma kalkmıştık. Hiç duraklamadan önümüzde rastladıklarımızı süngüleyerek 550 rakımlı tepeye varıncaya kadar bize saldırmaya yeltenenler ezilmiş ve kaçanlar kendilerini sık ormanlar içine atarak kurtulabilmişlerdi.
550 rakımlı tepenin yüksek noktaları oldukça çıplaktı. Hücum sırasında tepemizde dolaşan Amerikan uçakları hâlâ dost ve düşmanı ayırt edemediklerinden bu ana kadar hiç bir yardımda bulunamamışlardı. 550 rakımlı tepelerde süngülerimizin parladığını gören Amerikalı pilotlar kendiliklerinden bunların Türk ve karşıdakilerin de düşman olduklarına karar vererek orman içinde ve yol boyunda gördükleri düşmanın büyük kısmına bomba ve makineli tüfek ateşleriyle saldırarak bir hayli hırpalamışlar ve işlerini bitirdikten sonra kanat sallamak suretiyle zaferlerimizi tebrik ederek ayrılmışlardı.
Türk süngüsü burada da iki dost v müttefik birlik mensupları arasında bir anlaşma sembolü olmuştu.
Türkler süngü hücumu yapıyorlar diyerek filo komutanlarının meydana dönmeden 9. Amerikan kolordu komutanına telsizle verdiği rapor 550 rakımlı tepeye yapılan ilk süngü hücumumuza aittir.
Uçaklar ayrıldıktan sonra gelen topçu irtibat subayı ve havan bölüğü ile düşman, topçu ve havan mermileri ve makineli tüfek ateşleri altına alınarak burada da 2. taburla bir savunma cephesi teşekkül etmiş ve düşman tamamen kuşatıcı taarruzdan vazgeçerek taarruzunu 2. tabura tevcih etmeye mecbur edilmişti.
Bu muharebe birliklerimizi teşkil eden ve hayatında muharebe yüzü görmeyen genç neslin ilk savaşıdır.
Birkaç günden beri uykusuzluk, yorgunluk ve dondurucu bir soğuğun tesiri altında olmasına rağmen birliğimiz metanet ve tahammülünden bir şey kaybetmemiş, ilk silah sesleri herkese taze bir dirilik vermiş, savaş şevklerini ateşlemişti.”
Henüz yorum yapılmamış.