28 Kasım 1950

23.12.2007
87
28 Kasım 1950
REKLAM ALANI

Gecenin ilk saatleri sessizlik içinde geçirilmiştir. Bu halin sabaha kadar devamı, dondurucu bir soğukta mümkün olduğu kadar dinlenip uyku kestirmeleri istenir. Fakat bu hal çok kısa sürer. Saat 03. 00’ten sonra dağdan gelen silah sesleri sükûneti bozar. Dağdan gelen silah sesleri keşif kıtasına düşmanın veya bir çete grubunun çattığının alâmetidir. Nöbetçilerin yanlış bir görüşün yanlış tesirlerine kapılarak ateş açtıkları da tahmin edilir. Vakit biraz geçince silah seslerinin artması, arada bomba ve havan mermilerinin patlamalarının sıklaşması, keşif kıtasının düşmanla muharebeye tutuştuğuna şüphe bırakmaz.

Keşif kıtasının yeri ile tugay muhabere idare yeri arasındaki yükseklikler, telsiz irtibatına mani olduğundan keşif birliğinden bir haber alınamaz.

REKLAM ALANI

Keşif birliğinden Üsteğmen Kamil Doğan yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

Artçı görevi ile geriye doğru gelirken yolda kolordunun tugayla irtibat için tahsis ettiği telsiz kamyonunun bozulmuş olduğunu gördük, Amerikalı muhabere Yzb. Lorenzon arabasını tamir etmekle meşguldü, tamir işi bitinceye kadar kendisini beklememizi rica etti. Bu sırada keşif kolu baş tarafı ile yolun kıvrım yerine gelmiş bulunuyorduk. Arabanın tamirini izlerken yolun kuzeyindeki ormanlıklar içinden birden bire makineli tabanca sesleri yükseldi ve ardından saldırı başladı. Ortalık bir anda mahşer yerine döndü, göğüs göğse bir mücadele başladı. Bu boğuşma ve bağrışmalar arasında ben yolun solunda ki uçuruma yuvarlanmıştım. Kendimi toparlayıp da etrafıma baktığımda iki ere rastladım. Havan ve onları takiben el bombaları ile yaptıkları baskın karşısında bir anda yakın boğuşmalar ve bağrışmalar başlamıştı. Biraz sonra yanımda ki teğmen Hüseyin Günsurla ( bu arkadaşım o günün sonunda şehit olmuştur ) iki erinde yanıma yaklaştıklarını gördüm, gerek dinleme ve gerekse ara sıra sesle işaret vermemize rağmen diğer arkadaşlarımız hakkında bir bilgi edinemeyerek derenin tabanında rastladığımız patikayla tugaya kadar geldik. Baskın yapanların dünden beri muhacir veya Güney Kore askeri süsünü vererek gerilerimize doğru akın halinde geçen düşmanın öncüsü gerillâcıların olduğu ve bunların hemen arkasından düşman birliklerinin gelmekte oldukları anlaşılıyordu.

Amerikalıların evvelce dedikleri gibi düşman hareket ve muharebelerini gece yapmaktadır.

Bu çatışmada o sırada muhabere mihveri kablosunu toplamakla meşgul olduğu anlaşılan muhabere takım komutanı Üsteğmen Tahir ÜN ile keşif birliğindeki istihkâm takım komutanı Üsteğmen Muzaffer Arca şehit olmuş, Amerikan muhabere Yzb. Lorenzo esir düşmüş ve sonra Birleşmiş Milletler ile Kızıl Çin arasında yapılan esir değişiminde Amerika’ya dönmüştür.

Arıza yaptığı için 4. bölükten başına beş er konarak yolda bırakılan römorklu bir cip arabası, keşif müfrezesinin ilerden geriye dönen bir aracıyla bir süre geriye çekilebildiyse de yolda düşman baskınına uğramış ve beş erden yalnız biri yaralı olarak, birliğine dönebilmiştir. Bu römorklu cipin içinde bulunan iki 81’lik havan, bir telsiz makinesi, birçok hafif silah, cephane vesaire de düşmana kalmıştır.

1. Bölüğün silah takımı astsubay ile üç ağır ve dört hafif makineli tüfek nişancısı ve birkaç roketatar taşıyan erler fazlasıyla yorulup geride kaldıklarından, o sırada baskına uğraması sebebiyle geriye savuşan keşif müfrezesi komutanın cip arabasına bunların taşıdıkları silah ve cephaneler geçici olarak konarak erlerin yürüyüşe devam etmeleri sağlanmış ise de, bunlar yine düşman baskınına uğradıklarından yalnız Astsubay birliğine dönebilmiş, diğerlerinin ne olduğu bilinememiştir.

Astsubay Arif Özbek’in komutasında bir manga, ileri karakol postası olarak köprünün ilerisine sürülmüş, iki makineli tüfekle pekiştirilmiş bir takım Wavon köyünün güney batısında ve köprünün doğusunda ki tepeye gönderilmiş, yolun batısında köprüye hâkim tepeye gene iki makineli tüfekle takviyeli bir takım yerleştirilmiş ve son takım da bunun soluna konmuştu. İleri karakol bölüğü, böylece üç takımı yarım kilometreye yakın bir cepheye yayarak köprüyü, yolu ve boğazın giriş yerini tıkamak görevini yapmaya çalışmıştır. Düşmanla o gece temas sağlanmıştır.

Düşmanın 10. bölüğe taarruzu ortalık ağarırken başlamış ve ilk saldırı köprünün ilerisindeki postaya olmuştur. Postanın komutanı Astsubay Arif Özbek şehit olmuş ve postadan geriye ancak birkaç kişi dönebilmiştir.

Düşman geriye dönebilen bu birkaç kişinin peşine takılarak, bunların mevzilerine ilerleyerek iki postayı geri attıktan sonra, bölüğün hemen bütün cephesine birden 60–70 metre den ateş ederek hücuma başlar. Fakat takımlar düşmanın hücumlarını şiddetli ateşle karşılarlar. Etkili ateş altında kalan düşman kısmen gerileyerek köprünün ötesinde mevzilenir, kısmen de sağa sola kayıp, 10. bölüğü kuşatmaya çalışır. 10. bölük komutanı tabur komutanına verdiği ilk raporda, miktarı henüz kestirilmeyen üstün bir düşman kuvvetinin yakından taarruza geçtiğini belirtir. 11. Rok kolordusu birlikleri ve keşif kıtamız üzerinde arka arkaya kazandığı muvaffakiyetlerle keyiflenen ve şımaran düşman, bu mukavemeti de çabuk kıracağını sanarak, fazla yayılmaya gerek duymadan saldırır.

Yol tarafındaki bölük mevziinin sökülmeyeceğini anlayan düşman, gerisinden aldığı takviyelerle diğer bölüklerin cephelerine yayılarak hamlelerini tekrarlar. Bu esnada topçumuz mevziine girip ateşe başlamış, topçu ileri gözetleyicileri 1. hat bölüklerine varmış, topçu uçakları muhabere sahasına gelmiştir.

Gözetleyiciler tarafından tanzim edilen topçu ateşlerimizde düşman üzerinde ezici bir etki yapar. Düşman tarafından topçu ateşi gelmemekte, topçu yerine bol havan, makineli ve otomatik tüfek ateşleri yapılmaktadır.

Bu esnada Albay Celal Dora da çok hızlı bir şekilde 9. bölük ihtiyat takımı ile birlikte bulunduğu yerden 500 m . yükseklikteki dimdik ve 45 dereceden fazla meyilde olan sık ormanlık tepelere tırmanmaya başlar. Arazinin çok çetin ve arızalı oluşu eratın 36 saatten beri devamlı hareket halinde bulunuşları, uykusuz ve yorgun oluşları, bu tepelere tırmanmalarını oldukça zorlaştırır. Takımın mevcudu 32 er bir Astsubay ve bir subaydan ibarettir. Albay Celal Dora bu kadarcık küçük bir kuvvetle gerilerimize sarktığı haber alınan ve kuvveti en az bir alay olduğu tahmin edilen bu düşmana taarruz etmenin bir kıymet ifade etmeyeceğini ve muvaffak olunamayacağını anlasa da, takım çok sık ormanlık arazide düşmanla temasa gelince düşmanın noktainazarını kendilerine çevirecektir. Böylece yanlarının tehdit edildiğini gören düşman hareket serbestini kaybedecek ve kuvvetimizi tahmin edemeyeceğinden üstün bir kuvvetle takıma taarruza teşebbüs edecek ve bu işler olup bitinceye kadar da tugaya hazırlanmak ve kendini bu kötü durumdan kurtaracakları tedbirleri almak için biraz daha zaman ve fırsat kazandırabileceklerdir. Dimdik yokuştan nefes almadan olanca kuvvetlerini sarf ederek ilerlemeye çalışırlar. Albay Celal Dora ana yurttan bir alay komutanı olarak Kore’ye gönderilmişken içindeki bulundukları durum onu bir takım komutanlığına mecbur etmiştir. Takım loşlaşan, yaprakları bol yaşlı sık ormanın içinde yüksekliği 550 m . olan bu çetin tepeye biran evvel çıkıp gerilere sarkan düşmanı görmek ve düşmanı hedefinden alıkoymak heyecanıyla dinlenmeye bile vakit bulamadan olanca kuvvetini kullanarak ilerlerler. Albay Celal Dora’nın on metre kadar ilerisinde üç er, sağında ve solunda da diğer erler, yanları dikkatle gözetleyerek kendilerini 50 metre geriden takip eden takımın gözcülüğünü yapmakta ve emniyeti sağlamaya çalışarak, ilerlerler. Her atılan adımda düşmanla karşılaşma ihtimalini de hesaba katarak çok dikkatli ve gözleriyle sık ormanın içini tarayarak elleri tetikte ilerlerken, tepeye 150 metre kala birdenbire ileriden; yanlardan ve ağaçların dalları üzerinden kulakları çınlatan makineli tüfeklerle düşmanın yağmur gibi ateşlerine maruz kalırlar.

ALBAY CELAL DORA O ANI ŞÖYLE ANLATIYOR:

“Düşmanın ansızın ateşine maruz kalmış bir anda kendimizi yere atmıştık. Çin alayının yancıları buraları çoktan tutmuş, tahkimat yaparak yerleşmiş ve mükemmelen gizlenmişlerdi. O kadar mahirine gizlenmiş ve gerek siperlerinde ve gerekse ağaç dalları arasında o kadar ustalıkla saklanmışlardı ki, ardı arkası kesilmeyen sürekli ateşlerine rağmen bir kişi görmemiz mümkün olmamıştı. Bizi 50 metre mesafeden takip eden takımda aynı zamanda ateşe maruz kalmış ve bu durumda bizden çok evvel bu tepelere yerleşmiş olan düşman yancılarının ağına düşmüştük. Ateş ara vermeden olanca hız ile devam ediyor ve hiçbir hedef göremediğimizden bir tek mermi dahi atmak fırsatını bulamıyorduk. Bu şiddetli ateş karşısında bulunduğumuz yerden daha fazla beklemenin sonu vurulmak, esir olmak veya ölmekti. Geriye doğru sürünerek takımın bulunduğu yere gitmek ve takımı harekete geçirmek için solumdaki ere işaretle geri çekilmesini emrettim. Bunu gören sağımdaki yaralı er, “beni burada bırakmayın albayım, ağır yaralıyım “diye yalvarıyordu. Bu şiddetli ateş altında onun yanına giderek yarasını sarmak veya geriye doğru sürüklemek imkânı yoktu. Bu yaralı arkadaşıma, hiç kımıldamadan ölmüş gibi hareketsiz kalmasını ve geriden takımı alarak kendisini kurtaracağımı söyleyerek solumdaki erle birlikte geriye doğru sürünmeye başladık. En ilerideki arkadaşımız ilk ateşte şehit olmuş ve olduğu yerde cansız ve hareketsiz kalmıştı. Sürünerek çekildiğimizi gören Çinlilerden birkaçının ağaçlar arasından bizi yakalamak için hayvan gibi uluyarak ve koşarak yaklaştıklarını gördük. Adeta nara atar gibi bağırarak üzerimize saldıran Çin askerlerini ilk defa burada görmüştüm. Ben otomatik kara bin tüfeğimle ve beni takip eden erde kendi tüfeğiyle ateş ederek bunlardan birkaçını yere serip bizi takip edemez hale koyduktan sonra sürünerek çekilmeye ve ateşe devam ettik.

Takımın bulunduğu yer düşman ateşi ve gözü altında savunmaya gayri müsait çukurca bir yerdi. Takım bu çukur yerde bir taraftan ileriden ve yanlardan gelen ateşlere karşı kendini korumaya çalışmakta bir taraftan da düşmandan görebildiklerine ateş etmekteydi. Biz takımın yanına yanaştığımız zaman orman içindeki Çinlilerin yaygaraları ve çakal gibi uluyarak birbirine işaret vermeleri fazlalaşmış ve ağaçlar arasından koşarak takıma doğru yaklaştıklarını görmüştük. Düşmanın burada karşımızda gördüğümüz kuvveti en aşağı bir makineli tüfek takımı ile takviyeli bir bölük kadardı. Takıma saldıran bu üstün düşman karşısında yerimizi terk ederek geriye çekilmemiz halinde kendileri ile çok yakın temas halinde bulunduğumuz düşman bizi bir daha bir yerde tutunmamıza fırsat vermeyecek şekilde takip ve daha cesaretle saldırmasına devam edecek ve cepheyi muannidane bir şekilde savunarak düşman hücumlarına göğüs geren üçüncü taburun yan ve gerisine düşerek bu taburunda savunmasını felce uğratacaktı. Bulunduğumuz çukur yerde pasif olarak beklemeleri de takımın imhasından başka bir netice vermeyecekti. Hiç olmazsa bizim ilk defa ateşe maruz kaldığımız 50 metre kadar ilerideki nispeten daha müsait araziyi ele geçirdiğimiz takdirde burada savunma imkânı bulunacak veya müsait bir zemin ve zamandan faydalanarak düşman üzerine atılmak da mümkün olacaktı. Bu mukayeseyle takım komutanına takımın 50 metre kadar ilerideki arazi kısmına yerleştirilmesini emretmiştim. Takım evvela ateşleriyle düşmanın saldırısını durdurmuş ve arkasından bende kendileriyle beraber olduğum halde yaptığımız ilk hücum muvaffak olarak yaralı vaziyette bıraktığımız erin bulunduğu arazi kısmını işgal ve burada savunma için tertiplenmiştik.

Vakit geçtikçe yeni yeni takviye birliği alan düşman taarruzunu sık sık tazelemekte ve takımda şiddetli ateşlerle taarruzlarını kırmaya çalışmaktaydı.

Bu sıralarda Wovan boğazı girişini savunmakta olan üçüncü tabur cephesinde muharebenin çok kızışmış olduğu her türlü silahların olanca hızı ile çalışmasından ve çeşitli mermi infilaklarından anlaşılıyordu. Bu esnada tepemizde çok alçak vaziyette uçan Amerikan uçak filoları neredeyse bize de ateş edecekleri endişesi içindeydik. Dost olmalarına rağmen ikinci bir düşman gibi biz onlardan da korunmaya çalışıyorduk. Takımın yanında uçaklarla anlaşacak panoların bulunmayışı, arazinin çok sık ormanlık oluşu yüzünden kendimizi uçaklara tanıtıp yardım talebinde bulunamamıştık. Ormanın azıcık seyrek yerlerinde bulunan erlerimiz çelik başlıklarını sallayarak kendilerinin dost olduklarını uçaklara tanıtmak istiyor ve fakat muvaffak olamıyorlardı. Bununla beraber bulunduğumuz yerden düşman alayının tepeler hattının arkasından geçtiği yol kısmı görülemediği için bu alayın durumunun ne olduğu bilinemiyordu. Tepemizdeki uçakların bu yol üzerindeki düşman alayına ateş etmemeleri onların dost ve düşman olduklarını anlayamadıklarından ileri geliyordu.

Bir aralık ormanın seyrek bir yerinden ileriye ve yanlara karşı dürbünle yaptığım gözetlemede düşmanın 550 rakımlı tepelerin batısındaki sıralı tepeleri de işgal etmekte olduklarını görmüştüm. Kuşatma yapan düşmanın en ileri kısımları tugay muharebe idare yerinin hizasında birliğimizi kuşatmak için tam müsait bir yere geldikleri anda yanlarından kuvvetini tahmin edemedikleri bizim takımın kendi yancıları ile çatışması onları kuşatmayı tamamlamaktan alıkoymuş ve sola çark edip açılıp yayılarak soldaki sıralı tepeleri işgale mecbur etmişti. Takımın yanında 536 markalı telsizden başka muharebe vasıtası olmadığından durumumuz hakkında ne üçüncü tabura ne de tugay komutanına rapor vermek fırsatı bulamamıştım.

Burada geçen iki saatlik zaman bir ömür kadar uzun sürmüş ve bu geçen müddet içinde gelmesini beklediğim taburdan da bir alâmet görülmemişti. Sık sık geriye doğru ıslık çalarak işaret veriyor fakat hiç cevap alamıyordum. Bir aralık geriden üçüncü tabur komutanı Binbaşı Lütfü Bilgin durumumuzdan endişeye düşmüş olmalı ki kendi taburunun hareket subayı Yzb. Zeynel Kartal’ı dokuzuncu bölüğün silah takımından iki bazuka ve bir A. 4 makineli tüfeği ile birlikte bizi takviye maksadıyla emrime göndermişti. Bu küçücük kuvvetin yanımıza gelişleri bize çok büyük manevî bir kuvvet vermiş ve Yzb. Zeynel Kartal’ın “Albayım hücum edelim”diye heyecanlı teklifi benim taarruz ruhumu kamçılamış ve takımın taarruza kaldırılması kararını vermeme başlıca amil olmuştu.

Bulunduğumuz yerden 150 metre kadar ilerideki 550 rakımlı tepeyi ele geçirdiğimiz takdirde düşmanın büyük kısmının geçtiği yol görülecek ve bu tepeyi tutmakla oldukça ferahlayacaktık. Bu maksatla takımı taarruz için tertiplerken 550 rakımlı tepenin batıya doğru uzanan sırtlarından ve tahminen bulunduğumuz yerden iki km uzaktan şiddetli makineli tüfek sesleri gelmeye başlamıştı. Dürbünümle o istikameti gözlediğimde sıralı tepeleri tutan düşmana bizden bir bölüğün yayılmış olarak taarruz etmekte olduğunu görmüştüm. Bu bölük emrime girmek üzere gelen 2. taburun 5. bölüğü idi. 2. tabur bulunduğumuz tepelere doğru yaklaşırken soldaki tepelerden ateşe maruz kalmış ve yanını emniyette bulundurmak için 5. bölüğünü bu tepelere taarruza memur etmişti. Biraz sonra taburu aramak maksadıyla geriye doğru tekrar çaldığım ıslık sesi üzerine geriden düdükle mukabele edilince yerimden fırlayarak taburun geldiği istikamete doğru koşarken taburun ilerisinde bölüğü ile birlikte ilerleyen 6. KI. K. Yzb. Beşir Günay’ın “albayım, albayım” diye bağırdığını duymuştum. Yzb. Beşir’ i bu alaya tayininden evvel Çankırı’daki piyade okulundan tanıdığım için onun olduğunu sesinden anlamıştım. Geriden gelen bu ses takım eratının ve hepimizin maneviyatını yükseltmişti. Yzb. Beşir yanıma yaklaştığında düşman durumu hakkında açık bilgi vererek bölüğü ile taarruz edeceği hedefi göstermiş ve hemen solumuzda tertiplenmesini emretmiştim. Beşir Günay bölüğünü tertiplerken gerisindeki ormanlıklar içinde ateşe maruz kalmıştı. Bu ateşin geriden gelen kendi taburunun 7. bölüğü tarafından yanlışlıkla yapıldığını zannederek bu bölüğe ateş kestirilmesi istenmişti. Yapılan incelemede 6. bölüğün gerisinden ateş edenlerin orman içinde gizlenmiş düşman olduğu anlaşılmış ve 7. bölük de bu düşmanı temizlemeye memur edilmişti.

Bölüğün gerisinin düşmandan temizlenmesi işi 6. bölüğün taarruz için acele tertiplenmesine engel olmuş ve o sırada karargâh ile birlikte yanıma gelmiş olan 2. tabur komutanı Bnb. Muktat Uluünlü’ye düşman durumu hakkında gereken bilgiyi verdikten sonra taburun taarruz edeceği hedefi göstererek süratle taarruza geçmesini ve 550 rakımlı tepeyi ele geçirmesini emretmiştim. Bnb. Muktat’ın 6. bölük komutanının yanına giderek taarruzu tertiplemeye çalışması o an için bana çok uzun bir zaman gibi gelmişti. Haddi zatında 20 dakikalık bir vakit dahi geçmemişti. Ancak vakit geçtikçe düşman kuvvetlenmede ve tepelerden sökülüp atılması zorlaşmaktaydı. Soldaki sırtlara taarruz etmekte olan 5. bölüğün de taarruzu düşmanın şiddetli hücumu karşısında duraklamıştı. Tepelerde görülen düşman kaynaşmalarından taarruz için hazırlandıkları anlaşılmaktaydı.

Türk tugayının toptan imhasını hedef tutarak düşmanın tamamlamak üzere olduğu bu ölüm çemberini parçalamak ve tugayı bu en tehlikeli durumdan kurtarmak için vakit geçirmeden süratle düşman üzerine atılarak derinliklerine saldırmak ve onun tertiplerini bozmak lazımdı. Bundan başka kurtuluş çaresi yoktu. Bu mülâhazayla sabrımın tükenmiş olmasından kendimi zapt edememiş ve Mehmetçiğin mevcut cesaretine cesaret katmak için bulunduğum yerden bir ok gibi fırlayarak 6. bölüğün tertiplediği yere varmış ve ALLAH ALLAH sedaları göklere yükselten bir kükreyişle hep beraber hücuma kalkmıştık. Hiç duraklamadan önümüzde rastladıklarımızı süngüleyerek 550 rakımlı tepeye varıncaya kadar bize saldırmaya yeltenenler ezilmiş ve kaçanlar kendilerini sık ormanlar içine atarak kurtulabilmişlerdi.

550 rakımlı tepenin yüksek noktaları oldukça çıplaktı. Hücum sırasında tepemizde dolaşan Amerikan uçakları hâlâ dost ve düşmanı ayırt edemediklerinden bu ana kadar hiç bir yardımda bulunamamışlardı. 550 rakımlı tepelerde süngülerimizin parladığını gören Amerikalı pilotlar kendiliklerinden bunların Türk ve karşıdakilerin de düşman olduklarına karar vererek orman içinde ve yol boyunda gördükleri düşmanın büyük kısmına bomba ve makineli tüfek ateşleriyle saldırarak bir hayli hırpalamışlar ve işlerini bitirdikten sonra kanat sallamak suretiyle zaferlerimizi tebrik ederek ayrılmışlardı.

Türk süngüsü burada da iki dost v müttefik birlik mensupları arasında bir anlaşma sembolü olmuştu.

Türkler süngü hücumu yapıyorlar diyerek filo komutanlarının meydana dönmeden 9. Amerikan kolordu komutanına telsizle verdiği rapor 550 rakımlı tepeye yapılan ilk süngü hücumumuza aittir.

Uçaklar ayrıldıktan sonra gelen topçu irtibat subayı ve havan bölüğü ile düşman, topçu ve havan mermileri ve makineli tüfek ateşleri altına alınarak burada da 2. taburla bir savunma cephesi teşekkül etmiş ve düşman tamamen kuşatıcı taarruzdan vazgeçerek taarruzunu 2. tabura tevcih etmeye mecbur edilmişti.

Bu muharebe birliklerimizi teşkil eden ve hayatında muharebe yüzü görmeyen genç neslin ilk savaşıdır.

Birkaç günden beri uykusuzluk, yorgunluk ve dondurucu bir soğuğun tesiri altında olmasına rağmen birliğimiz metanet ve tahammülünden bir şey kaybetmemiş, ilk silah sesleri herkese taze bir dirilik vermiş, savaş şevklerini ateşlemişti. ”

Muharebe arazisi çam ormanları ile örtülü sık ve derin yarıklarla kesik, bazı yerlerde ise bir manganın erleri arasında bile irtibat kurmayı ve anlaşmayı engelleyen zorluklarla doludur.

Telefon irtibatları ileri geri gidiş ve gelişler yüzünden, arada bir kesilir. O zamanın zayıf telsizleri ile muhabere imkânları oldukça güçtür.

Tugay karargâhındaki subayların çoğu savaşın yakından takip etmek ve bilgi vermek üzere birinci hat bölüklerinin yanlarına gönderilirler.

O zamana kadar kolordunun ikinci emrinden başka durum ve vazife hakkında bir emir ve haber yoktur. Bu hâl çok üzücüdür. Tugay âdeta unutulmuş, kaderiyle baş başa bırakılmış, buda itimatsızlık yaratmıştır. İkmal ve boşaltma vazifeleriyle Kunuri bölgesine gidip gelen subaylar vasıtasıyla kolordunun durumu öğrenilmeye çalışılmaktadır.

O bilgilerden bütün ordunun çekilmekte 27 Kasım’dan itibaren geri teşkillerin, güneye doğru harekette, bazı muharip Amerikan birliklerinin de kuzeyden Kunuri bölgesine gelmekte oldukları 2. Amerikan tümen karargâhının Kunuri’nin 15 km . kadar güneyinde Sunchon boğazına intikal ettiği, kolordunun birliklerinin fazla zayiata uğradıklarını öğrenilmiş ve bu durum hakkında sisli de olsa bir fikir edinilmiştir.

Amerikan irtibat heyeti başkanı Albay Gumby bu durumda şahsen ileriyi görmek ve kolorduya rapor vermek maksadıyla cipine binerek en ön hatta sokulmuş, fakat yol üzerinde bizden kimseyi göremeyince bunlar daha ilerdedir diyerekten arabasını daha da ileri sürmüş, bu sırada yol yakınlarına gizlenmiş olan erlerimiz seslenmiş fakat onları duyamamış, Albayın yaklaştığını gören düşman ateş etmeksizin albayın iyice yaklaşmasını bekledikten sonra, albayın yanına yaklaşan üç beş düşman askeri albaya teslim olmasını söylemişlerse de albay kendini yakınlarda bulunan bir hendeğe atmış, ateş etmeye başlamış, şoför arabasını uzaklaştırarak karargâha gelerek albaya yardım istemiş. Bu haber üzerine tank takımı ileri sürülmüş, irtibat heyetinden Bnb. Munson ‘da bu takıma katılmış. Bunlar albayın bulunduğu yere ulaşıncaya kadar, tugayca 10. bölüğe irtibat ve gözetleme için gönderilmiş olan hava Üst. Muzaffer Erdönmez albayın düştüğü tehlikeli durumu görünce, bir sıçrayışla yakınına yaklaşmış bir kaç düşman tepeledikten sonra etraftan ateş yardımıyla esir düşme tehlikesini atlatmış, fakat ateş altında olan hendekten sağ salim kurtulma imkânı bulamamıştır.

General Yazıcı’ya göre, Türk kuvvetleri içinde vazifeli bir yabancıyı pahalıya da mal olsa kurtarmak Türk’ün şerefi iltizamındandı.

Tanklarla beraber 3. bölük kısa hedefli bir taarruza sevk edilir. Düşmanın barınıp tutunduğu hatta ve bu hattın ilerisinde, gerisinde mevcut birkaç binaya başlayan tank topu ateşiyle binalarda yangın başlar ve içlerine sinmiş bir bölük kadar düşman meydana çıkar. Havan ateşleri altında bunların üzerlerine saldıran 3. bölüğün ateş ve süngüsü ALLAH ALLAH sesleri arasında tankların sürekli atışları neticesinde düşman yerini terk etmiş, kaçarken ağır kayıplara uğramıştır. İşte Amerikalı albay bu sayede kurtulmuş ve aynı zamanda 3. tabur cephesi bir zaman için ferahlamıştır.

Albay sağ kurtulurken arkadaşı Bnb. Munson ağır yaralı olarak geri döner.

İrtibat subaylarının ağızdan getirdiği emirden ve beraberindeki haritadan dost ve düşman kuvvetlerinin muharebe durumları ile 2. Amerikan tümeninin sağ kanadının nerede bulunduğu anlaşılamaz. 9. kolordu ile telli ve telsiz hiçbir bağlantı kurulamaz. 9. Amerikan kolordusunun sağındaki 2. Amerikan tümeni, 26 Kasım 1950 sabahı Chonghon nehrinin batı ve doğusundan kominist Çin ordusunun büyük karşı taarruzuna uğrar. Soldaki 9. alay, adı geçen nehrin doğusuna atılır. Ortadaki 23. ve sağdaki 38. alaylar da üstün düşman baskısı altında güneye çekilmek zorunda kalır.

28–29 Kasım 1950 akşamı 2. tümen 998 rakımlı tepe ile Chonghon nehri arasında bulunmaktadır. Buna göre 2. tümenin sağ kanadındaki 38. piyade alayının da 998 rakımlı tepe hizalarında olması gerekiyordu.

Akşama doğru 2. tabur bölgesinde 5. ve 6. bölüklerin arası açıldığından buraya ihtiyatta bulunan 7. bölükten bir takım sürülür. 2. ve 3. piyade taburlarının arasıda fazlaca açılmıştır. Aynı zamanda düşmanın yanlardan geriye sarkma hareketleri büsbütün önlenemeyecek duruma gelmiştir.

Albay Celal Dora bu durumda 2. taburun gece karanlığında sarp ormanlık arazi içinde kalmasını tehlikeli bulduğundan karanlık başlarken, bu taburla havan bölüğüne 7. bölüğün himayesinde, 500 m . kadar gerideki sırtlara çekilmelerini emreder. 5. ve 7. bölükler arasındaki dereyi kapamak için 2. taburun keşif takımı ( iki manga kadar ) buraya sürülür. 2. ve 3. taburla havan bölüğünden kurulu Celal Dora grubu ile tugay komutanının yeri arasında telli ve telsiz bağlantısı yoktur.

Bu nedenle Albay Dora yaklaşık saat 14. 00 ile 14. 30 arasında Songjong’un kuzey batısında bulunan generalin yanına gider ve durumu bizzat anlatır.

Albaya göre tugay, düşmanın üstün sayıdaki kuvvetlerinin devamlı şekilde yanlara taşarak birliklerimizin gerilerini kesmek için yapmakta olduğu kuşatmalar yüzünden tehlikeli bir durumdadır. Birliklerimizi sarılma ve yok olma tehlikesinden kurtarmak için bunların daha geriye çekilmesi gereklidir. Zaten tugay bugün ki oyalama görevini tamamıyla yapmıştır.

Geri çekilmek hususunda Albayın önerisini uygun bulan tugay komutanı durumu şöyle düşünmüştür; “ iki tümenden az olmayan bir düşman kuvveti tugaya cepheden ve yanlardan baskı yapmakla beraber daha büyük düşman kuvvetleri uzak yanlarda gerilere sarkmaktadır. Ayrıca Chong-myon bölgesi, görüş ve hareket alanları pek sınırlı olan ormanlık, sarp ve yüksek dağlarla çevrilmiş dar ve çetin bir vadi olduğundan tugay 9. kolordusunun yan ve gerilerini korumak görevini daha elverişli olduğu düşünülen Sinnim-ni bölgesinde yapmağa devam edebilir. Aynı zamanda, Chong-myon bölgesinde düşmanın daha fazla ayaklanamayacağından, muhabereyi keserek daha batıdaki bölgeye çekilmek ve orada savunma zorunluluğu vardır. ”

Akşam olmak üzeredir. Düşmanın gece için bazı hazırlıklar yaptığı keşif ve gözetlemelerden anlaşılır. Bu durumdan istifade edilerek ve muharebe vasıtalarının iyi işlemediği düşünülerek kısmen telefonla kısmen karargâh subayları ile taburlara çekilme emri gönderilir ve taburlar muhabere durumlarını muhafaza ederek hazırlıklara başlar.

Plana göre çekilme 2. taburdan başlayarak, bunu 3. tabur takip edecek, en arkaya 1. tabur kalacak. Bu taburun 1. bölüğü artçılık vazifesini yapacak.

Topçu taburu 1. tabur çekilmeye başlayıncaya kadar bir bataryayla mevzide kalarak ateşe devam edecek, geri kalanıyla da piyade taburları arasındaki boşluktan faydalanarak yeni mevzilerine çekilecek.

Chong-myon Muzonyon ‘da kurulacak bir kontrol noktasından birliklerin geçişleri ve düzenleri gözden geçirilecektir. Karanlık basıncaya kadar, düşmana gece de o mevzide kalacak hissi verilecek, bazı tedbirlerin alınmasından ve karanlık iyice çöktükten sonra birlikler verilen emir dâhilinde kademe mevzilerini bırakarak çekilmeye başlayacak.

Kontrol noktasından sessiz ve dikkatlice geçirlirken, dağdan farlarını bir yakıp bir söndüren bazı motorlu vasıtaların inmekte oldukları görülür. Bu sırada düşman tarafından yer yer ormanlar tutuşturulmakta, göklere yükselen alevler her yeri aydınlatmaktadır. Ayrıca sağdaki tepelerin muhtelif yerlerinden elektrik fenerleri ile dalgalar halinde sağ tarafa ve gerilere sarkan düşman kuvvetleri görülür ve boru sesleri ile karışık acayip sesler çıkarttıkları duyulur. Dağdaki 3. takım komutanı teğmen Kâzım Tarhan düşmanın kendi takımına 30- 40 m . kadar sokulduklarını ve birçoklarının da gerilerine kaydığını bildirir.

Düşman kuvvetlerinin çekilen birliklerimizin gerisinden hızla ilerledikleri görülür. Bazen hafif de olsa sesleri duyulur. Büyük bir soğukkanlılık ve sükûnetle bu düşmanın içinden geçerken, ses çıkarmamak için birçok er ayakkabılarını çıkarıp ellerine almış ve süngülerinin parlamaması için de eldivenlerini süngülerine geçirmişlerdir.

Düşman gerillacıları ellerine geçirdikleri esir ve şehitlerimizin elbise ve teçhizatlarını giyerek Türk eri kıyafetinde yürüyüş kolları arasına katılmış ve yürüyüş kollarını dağıtmak için çeşitli hilelere başvurmuşlardır.

Saat 21. 00’de 2. ve3. Taburlar peyderpey yeni mevziiye gelirler. 2. tabur kısa bir toparlanmadan sonra şosenin kuzeyindeki mevzi kısmını işgal eder. Çetin bir günün sonunda yorgun düşen 3. tabur, biraz dinlensin diye ihtiyata alınır.

Üzüntülü, yorucu, fakat başarılı geçen 28 Kasım günü böylece bitirmiş, 29 Kasım gününün ilk saatine sükunetle girilmiştir. Bu ilk muharebe gününde düşmanın ağır zayiatına mukabil, bizim zayiatımız keşif kıtası zayiatıyla beraber yüz elli kadardır.

O geceden itibaren tugay kolordunun emrinden çıkarılarak 2. tümen emrine verilmiştir. Bu tümenden tek bir emir alınamamış, yapılan bir iki teklife dahi cevap verilememiştir. Tugay en sıkışık gününde 29 Kasım günü yardımsız, kendi başına bırakılmıştır. Bu durum tugayda derin bir teessür ve itimatsızlık yaratmış ve bunun acı tesir ve hatırası hayli devam etmiştir. Tümenin bu ilgisizliği bize çok şeylere mal olmuştur.
REKLAM ALANI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.